Tarihin tozlu yapraklarındaki yerlerini almalarına an kala vokalist Attila Csihar’ın gruba dönmesiyle klasik ‘De Mysteriis Dom Sathanas’ kadrosuna kavuşan Mayhem’le namlarını kurtarmak için son şansları olduğu düşünülen yeni albümleri ORDER AND CHAO ile ilgili yapılmış tapteze bir röportaj…
‘The True Mayhem’ hiç beklemediğimiz bir anda yepyeni bir albümle karşımızda. Ölümler, söylentiler ve müzikle iç içe geçmiş 20 yılın ardından grup artık black metali black metal yapan ve bu tarzın özü haline gelmiş en önemli gruplardan bir tanesi. Vokalist Attila Csihar’ın geri dönüşüyle efsanevi ışıltısına tekrar kavuşan grup, bu yıl duyacağımız en negatif, en siyah, en karanlık albümle bizlerle..
‘Order And Chao’nun tanıtım toplantısının yapıldığı barı dolduran basın mensupları albümü ilk duyuşlarından sonra şaşkın bir halde kafalarını kaşımakla meşguller. Birkaç içkinin ardından Blasphemer (nam-ı diğer Rune Erikson) albümü anlatmaya başlıyor. Pek çok insan Erikson’ın 1998’deki ‘Wolfs Lair Abyss’ albümü ile birlikte gruba katıldığını düşünse de, aslında bu yetenekli gitarist grupla 1993’teki Euronymous cinayetinden bile daha önce çalışıyordu.
“‘Chimera’ albümü benim için prematüre bir doğum gibiydi” diyor gitarist. “O zamanın koşullarıyla yapabileceğimin en iyisini yapmıştım ama mutlu değildim. ‘A Grand Declaration of War’ albümünün devamını getirmek, bir başyapıt yaratmak istedim ancak ortaya sadece üç şarkısı iyi olan birşey çıktı. Albüm yapmak büyümenin bir parçası. Doğduğunuzda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Ölürken ise pek çok şey biliyorsunuz. Bu kendinizi bulmakla ilgili.”
Oysa geçmişte bir yerlerde Blasphemer tam tersini yaptı. ‘Chimera’ gibi bizlerin formlarına dönüş olarak nitelendirdiğimiz bir albümden tiksintiyle bahseden gitarist, neden herşeyi bırakıp Norveç’i terkettiğini anlatıyor:
“Kendimi hareketsiz hissediyordum. Gittikçe dibe batıyordum ve hayatımdan hiç memnun değildim. Uyuşturucu bağımlısıydım ve bu beni bitirmek üzereydi. İnsanlar geçmişte işe yaramaz bir herifin teki olduğumu yıllardır biliyor zaten. Sanırım o zamanlar etrafımı sarmış olan tüm negatiflikten kurtulmak istedim. Hızlı bir süreç olmadı bu ama, gayet yavaş bir süreçti.”
Oslo’dan ayrılması şeytanlarından ayrlması anlamına gelmedi ama. Tam tersine bu şeytanlar ona buram buram nefret kokan ‘Ordo Ad Chao’yu yaptırdılar.
“Çok karanlık bir albüm bu ve doğumu çok sancılı geçti. Çalışmalarına ‘Chimera’ çıkar çıkmaz başlamıştım ve oldukça hazırlıklıydım. Zamanı sindirerek kullandım. Black metalin anti-harmonik olması gerektiğine inananlardanımdır. Black metalin yeni bir karakterini keşfetmek istiyordum ve bu da üzerinde ince düşünülmüş tonlar gerektiriyordu.”
Pek çok black metal albümü melodiden ve gelenekten bir doz fazla kötülük verebilmek için kaçınmıştır hep. ‘Ordo Ad Chao’ ise o kadar inatçı, o kadar zor bir albüm ki içindeki şarkıları anlayabilmekte bayağı zorlanabiliyor insan.
Blasphemer bu gözlemleri doğruluyor: “Albümün genelindeki yaklaşımın doğa kanunlarına ters düştüğünü söyleyebilirim. Bu albümü iki gün boyunca bir ağacın dibinde çalın ve göreceksiniz ki iki gün içinde ağaç çürüyecek. Yavaş adımlar atmak bana daha fazla güç veriyor. Albümün özü de burada yatıyor. Bu albümde daha fazla derinlik ve spiritüellik var. Müzik kendi nefesini alıp verebilmek zorunda, ben sadece hava yollarını açıyorum. Bu bugüne kadar yaptığım en iyi iş ve bu konuda pozisyonuma güveniyorum.”
Sohbet burada pozisyonu bu kadar da güçlü olmayan birine dönüyor. Artık uzun süre grubun vokalistliğini yapmiş olan Maniac’ın gruptan ayrıldığını bilmeyen yok. Peki o atlamayı mı tercih etmişti yoksa düşürülmüş müydü?
“Grup parçalanmıştı. Mayhem ‘A Grand Declaration’dan önce hiç turneye çıkmamıştı ve yolda geçen iki yılın sonunda birbirimizin hiç bilmediğimiz negatif yanlarını keşfettik. Sanırım zamanın büyük bölümünü birbirimizden nefret ederek geçirdik ve itiraf etmek gerekirse bu çok saçma birşey. Hellhammer 90 kadar farklı grupta davul çalıyordu. Maniac ve ben ise birbirimizin suratını görmeye bile tahammül edemiyorduk. 2001’de çıktığımız son turnenin sonunu hatırlıyorum da; Necrobutcher o kadar kızgındı kı hepimizi kovdu. Rusya’daydık ve birbirinizden nefret ediyorsanız Rusya’da kavga çıkarmanız çok daha kolaydır. Maniac’a olanların aynısı bana da oldu; ikimizinde alkol problemleri vardı. Turnedeyken gerçeklerle yüzleşmeniz önemlidir ama o derecede alkol tüketirken bunu yapamadık. Attila geri döndüğünde birlikte yaptığımız ilk provada güçlü bir enerji aldım. ‘Freezing Moon’ şarkısını on bin kere çalmış biri olarak şarkıdan nefret etsem de Attila ile aynı şarkıyı tekrar çaldığımda Mayhem küllerden doğan bir Anka kuşuymuş gibi hissettim. Attila ve benim müzikle ilgili düşünüş tarzımız aynıdır. Müzik nedir ne değildir ve neden pek çok grup bok gibidir konularında hem fikirizdir. Bu kaotik yaklaşımı tartıştık ve gerçekleştirmenin tam zamanı olduğu konusunda anlaştık.”
Toplantı sona eriyor ve barda Mayhem’le başbasa kalıyoruz. Karşımda yorgun gözlerle bakan ve kahvelerini yudumlayan Necrobutcher ve Attila arasında onca zamandan sonra hala doğal bir bağ olduğunu gözlemliyorum. Sanırım bunda yaşlarının ve tecrübenin büyük bir payı var. Onlarla sohbet etmek ciddiyeti elden bırakmayan Blasphemer’le konuşmaktan çok daha farklı geliyor. Necro eski vokalistlerine kavuşmanın verdiği mutluluğu anlattıktan sonra son 10 yıla Mayhem stilinde bir soğuk bakış atıyor:
“Euronymous’un cenazesinde biraraya gelip Mayhem’i tekrar diriltmeyi konuşmuştuk. Başlarda Snorre’un (Euronymous’un öldürüldüğü gece Varg Vikernes’in şöförüydü) hapisten çıkması için 5 yıl beklemeyi düşündük; doğal olarak önümüze gelen herhangi birini gruba alamazdık. Bir yıl sonra Hellhammer beni arayıp ‘sanırım aradığımız adamı buldum ama biraz sorunlu bir tip, prova yaptığımız stüdyoyu yerle bir etti’ dedi. Yine de onu denemeye karar verdik, aynı provaya Maniac da geldi. Ama sanırım 1999’da Attila’yı cağırmış olmam gerektiğini anladım. Maniac’a cok şey borçluyuz ama böyle olması gerekiyordu.”
Konuşmaya can atan Attila’dan ilk aldığım izlenim yaptıgı işle gurur duyduğu. Sessiz olmasına rağmen gayet karizmatik bir insan. Ne de olsa an onun anı. Herkesin hemfikir olduğu bir şey varsa o da Attila’nın bu albümdeki performansıyla kendisini aştığı ve onu kendi evine dönmüş olarak dinlemenin tüylerimizi diken diken ettiği gerçeği. Peki ‘De Mysteriis Dom Sathanas’dan sonra neden gruptan ayrıldı ki?
“Daha önceleri Macaristan’da yaşıyordum ve kayıtlardan sonra da oraya geri döndüm.” diye cevap veriyor Attila kara mizah yüklü şu esprisinden önce: “Nasıl olduklarını ögrenmek için bizimkilere ulaşmaya çalıştım ama bir sonuç alamadım, çünkü bende sadece iki numara vardı; onlarda Euronymous’un ve Varg’ın numaralarıydı!”
Gülüşmelerin ardından sözlerine şöyle devam ediyor Attila: “Gruptan arkadaslarımdı onlar. Mailleşiyorduk ve birden ses soluk kesildi. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Daha sonra haberi Macaristan’da bir yerlerde okudum ve inanamadım. Onlardan başka kimsede kontak detaylarım yoktu ve onlarla birlikte ben de ortadan yokolmuş gibiydim.” Necro gülerek sözü alıyor ve kasedi 10 yıl ileri sarıyor: “Beyefendi İtalya’da ortaya çıktı. Herşey güllük gülistanlık görülse de birleşme ve bu albümü hazırlama süreci hiç de kolay değildi.”
İroniktir ki Attila black metalin en bilinen albümünden bir kuruş bile kazanmamiş. Yıllar önce Euronymous’tan kazançlardan ne kadar pay alacagını anlatan bir mektup almış ama şimdi o mektup da bir hatıradan başka bir şey ifade etmiyormuş. “O para için ailesiyle savaşmayı hiç düşünmedim. Onları mahkemeye vermek hoş bir davranış olmazdı; zaten başka bir açıdan bakınca para kazanmamış olsam da o albüm sayesinde adımı duyurdum ve bu da bana yetiyor.”
Albümün sounduna bakınca Attila’nın albüme Sunn0))) grubuyla geçirdiği zamandan kalan birşeyler eklediğini düşünmek mantıksız gelmiyor. Bu etki özellikle de ‘Illuminate Eliminate’ şarkısında daha çok ortaya çıkıyor. ‘Key to the Storms’ ise Attila’nin en çok kendisi olduğu ve gitarlarla birlikte kelime anlamıyla ‘ağladığı’ şarkı olarak one çıkıyor.
Attila: “Ağlamak insan olmanın en temel duygularından biri. Herkes hayata ağlayarak
başlıyor.” Necro: “Konserlerde de yere çöküp ağlıyor. İnsanlar ne olduğunu anlamadıklarından tırsıyorlar. Çek Cumhuriyeti’nde tüm izleyiciler susup kaldı Attila ağlamaya başladığında ve salona tamamen bir sessizlik çöktü.”
Albümdeki farklı tempolar baş döndürüyor. Mesela ‘Psychic Horns’ şarkısı kulağa Slayer’in ‘Divine Intervention’ şarkısının en cezalandırıcı şekline dönmüş hali gibi geliyor. Attila tempodaki bu dolambaçlı yavaşlığı “Eğer çok hızlanırsanız anlam kaybolur” diye savunuyor. “Ben ikisinin karışımını seviyorum ama. Albümün adı bile zıtlıklarla ilgili: düzen ve kaos. Bu zıtlığı albümün tamamında görmek mümkün, özellikle de davullarda. Çalışmaya iki yıl önce başladık. Fikir insanlık dışı ve acımasiz birşeyler yapmaktı, müziğin bilinen yapısının dışında birşeyler. Yaşlandıkça anlıyorum ki herşey ilham kaynağını yakalamakta. Mayhem konusunda tatmin olmuş durumdayım ama diğer konularda, özellikle de bu gezegende olmamızın amacı konusunda hala acı çekiyorum.” (çevirenin notu: hangi birimiz çekmiyoruz ki!)
Necro: “Sanat acı çektiğinizde ortaya çıkar. Hepimiz, özellikle de ben, gençken çok agresiftik. Çocukluğum tıkıldığım hostellerde geçti ve gençken de biraz deli bir adamdım. Sinirimi bir şekilde atmam lazımdı. 16 yaşındayken Oystein’la –aka Euronymous- tanıştım ve ondan sonra da hep en iyi dostum olarak kaldı. Gençken de bokun içindeydik, şimdi de öyleyiz. Maddi açıdan hala bir kabus herşey. Şimdiki sorunumuz albümü çıkartmak değil ama nasıl ödeneceğimiz konusunda. Bu grupta olmak için çok özel biri olmanız lazım. Sadece extrem insanlar bunu içten yapabilirler. Sahneye kötü bir adam imajı çizerek çıkıyorsanız ama aslında kötü bir adam değilseniz numara yaptığınız hemen anlaşılır. Biz her bakımdan dürüstüz ve hepimizin kanunlarla problemi oldu. (Blasphemer’i göstererek) Bu adam hep delilik çizgisinde gidip gelmiştir mesela.”
Bu grupta olmanın bedeli cinayet, hapishane ya da intihar değilse de benzer boklukta birşeyler olmuş hep. Blasphemer Mayhem efsanesine hiçbir zaman yakıştırılmamış ve bunun baskısını yaşamış. Yine de gitarist 1994’te gruba katıldıgından bu yana grupta en uzun süreli çalan gitarist olma özelliğini taşıyor ve yaptığı şarkılar black metalin en yüksek tepelerinde gezinmekte. Gerçek bir yetenek olan davulcu Necrobutcer, üzüntüyle bazı aptal fanların hala Blasphemer’in Mayhem’den ayrılmasını istediklerini söylüyor. Bu da ‘Ordo Ad Chao’daki öfkeyi açıklıyor.
Blasphemer: “Hayatımı ve müziği iki ayrı yere koymam bayağı zaman aldı. Hayatım büyük harflerle BM (black metal)’den ibaretti ve eleştiriler sırtımda ağır bir yük halini alırdı. Ama kendinizi bilmek, tanımakla ilgili birşey bu. Anladım ki bu eleştirilerin çoğu hayalini gerçeklestirememiş tiplerden geliyor. Black metal ruh sağlığı problemleri olanların sığındıkları bir köşe olabiliyor bazen.”
Necro: “Bir Mayhem konserinde neler olacağını asla kestiremezsiniz. Herşey olabilir, bir şekilde pek çok deliyi kendimize çekiyoruz. Tekrar bir araya geldiğimizden beri konserlerde gözlerim silah arar oldu. Bazen yanlış nedenlerde orada bulunanları attırdığımız oldu. Dimebag’e olanlara bakın. Ben bunun bize de olacağına emindim, özellikle de insanlarin silah manyağı olduğu Amerika’da çalarken. Bu yaşadığımız dünya işte. Biz de dünyadaki tüm psikopatları çeken bir mıknatıs gibiyiz sanki...”
Belki de kaygısı namından kaynaklanıyor, çünkü Necrobutcher haklı ya da haksız elinden geldiğince çok insana sürekli karşi çıkıyor. Sam Dunn’ın ‘Metal: A Headbanger’s Journey’ filminde kendisini tamamen sarhoş, film yapımcısına küfürler savururken görebilirsiniz. Peki gerçekten de grubunun boyle yansıtılmasını mı istiyor?
“O olayı açıklamak istiyorum. Bugünlerde ortalıkta Mayhem’i yazdıkları kitaplarda ve yaptikları filmlerde kullanmak isteyen pek çok insan var. Deli gibi sarhoşum ve önüme bu adam geliyor. Biraz tırsmış bir hali ve tek düşünebildiğim adamın bir inek görünüşünde olan ve okulu icin film çeken bir öğrenci olduğu. Adam ‘Grubunuz düşüşte’, ‘Black metal öldü’ gibi negatif sorular soruyor ben de sen ne biliyorsun diye küfürü bastım. O an o adama yapılacak en doğru şeydi bu. Ama bu kadar büyüyebileceğini tahmin edemezdim. Daha sonra, daha filmi izlemeden, dünyanın her yerinden bununla ilgili telefonlar yağmaya başladı. Tabi beni tanıyan ve bilenler yaptığımın harika birşey olduğunu düşünüyorlar.”
Blasphemer ise filmin o kısmıyla ilgili aynı düşüncede değil. “Bence gayet banaldı. Ama yine de Rob Halford’u sarhoş saçmalarken görmek isterdim. Kim görmek istemez ki? Sansasyonel medya iste, insanlar söylemek istediklerini soyleyebilmeliler oysa.”
Ama biz ‘Ordo Ad Chao’ hakkında konuşmak için buradayız. Cinayetten 13, intihardan 15 yıl sonra bu grup sonunda geçmisi geride bırakmaya hazır mı?
“Hayır, çünkü heşseyden önce ben kendi hakkımda konuşuyorum, bundan daha kötü birşey olabilir mi? Herkes kendisi hakkında konuşmayı herşeyden çok istiyor. Ayrıca, geçmişten bahsederek eski arkadaşlarımı yaşatıyorum. Tabii ki şimdi etrafımdakiler hakkında daha çok konuşuyorum, çünkü hayat devam ediyor. Ama Euronymous pek çok insan için bir kahraman, bunun nedeni ölmüş olması olsa da bu böyle.”
Bu albümü sadece Mayhem yapabilirdi ve bu sıcak lava gibi yakan gitar bölümlerini ancak Blasphemer besteleyebilirdi. Bu çarpık ve affetmeyen çalışma “olmamış olması gereken şey” fikirini temsil ediyor.
Necro: “Bu iyi bir anlatım oldu, çünkü albüm tam da oyle. Zorlayarak yapmadık bu çalışmayı, sadece Blasphemer’in kafasındakilerle oldu. Onu son iki yıldır ilk kez böyle görüyorum. Herkesin içinde kötü bir insan vardır. Bu albüm de o kötü insanın kayıtlara yansımış hali.”