Pek çok âlim yetiştirmiş, eski ve yaygın bir aile olan Âlûsizâde'lere
mensuptur. 1894 de İstanbul'a geldi. Ahmed Haşim, babasının Arap
vilayetlerinde memurluk yapmasından dolayı İstanbul'a geldiğinde Türkçe
bilmiyordu. Önce Nümune-i Terakki Mektebi'ne (1895) devam etti.
Mekteb-i Sultani'ye (Galatasaray Lisesi) parasız yatılı olarak girdi
(1896) ve buradan mezun oldu (1906).
Reji memurluğu, İzmir Sultanisinde Fransızca öğretmenliği (1907-
,
Maliye Mezareti'nde tercümanlık yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında
ihtiyat zabiti (yedeksubay) olarak askere alındı. Anadolu'nun çeşitli
yerlerindeki askerî birliklerde görev yaptı. Böylece bir nisbette
Anadolu'yu tanıma imkânı buldu.
Savaştan sonra Düyûn-ı Umûmiye'de çalıştı. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde
(Güzel Sanatlar Akademisi) estetik ve mitoloji dersleri vermeğe
başladı. Bu hocalığı uzun seneler devam etti. 1924 yazını Paris'te
geçirdi. Fransız sembolistlerinin yayın organı Mercure de France
dergisinde "Les tendances actuelles de la literatüre Turque" adlı,
Tanzimattan sonra Türk edebiyatını ele alan bir makalesi yayımlandı (1
Ağustos 1924). Dönüşte Osmanlı Bankası'nda çalıştı. Aynı zamanda
Mülkiye Mektebi ve Harp Akademisi'nde Fransızca dersleri verdi ve
Sanayi-i Nefîse'deki görevine devam etti. Bu yıllar sanat hayatı
bakımından da en hareketli yıllarıdır. 1928 de, hastalığı sebebiyle
ikinci defa Paris'e gitti. Dönüşünde sıhhati için daha rahat bir iş;
Anadolu Şimendöferleri Şirketi İdare Meclisi azalığı bulmuştu.
Hastalığı ilerliyordu. 1932 de tedavi için gittiği Frankfurt'tan
iyileşemeden döndü. 4 Haziran 1933 de vefat etti. Mezarı Eyüp'tedir.
Ahmed Haşim'in sanat hayatı Galatasaray'da öğrenci iken başlar. Burada
onun şiir zevkini geliştiren ilk tesir, edebiyat öğretmeni Ahmed
Hikmet'ten gelir. Mektep arkadaşları İzzet Melih, Hamdullah Subhi, Emin
Bülend ve Abdülhak Şinasi ile beraber bir sanat çevresi teşkil ettiler.
Bu çevre içinde Haşim'in ilk şiiri Hayâl-i aşkım 7 Mart 1901 tarihli
Mecmua-i edebiye'de çıktı. O yıl içinde aynı mecmuada neşredilen onüç
manzumemesinde Servet-i fünun şiirinin, bilhassa Cenap ve Fikret'in
tesiri görülür.
1906-8 yılları Haşim, Fransız şiirini, özellikle sembolistleri ve Batı
edebiyatının estetik temellerini yakından tanımaya çalıştı. Halid Ziya,
Kırk yıl'da, Hâşim'in kendi nesli içinde Avrupa şiirini en iyi
araştıran ve bilen bir şair olduğunu söyler. 1908 de İzmir dönüşü
Aşiyan, Musavver muhit mecmualarında, şahsiyetini daha çok belirten
şiirlerini neşre başladı. Bu tarihten ölümüne kadar şiirlerinin çıktığı
diğer dergiler Resimli kitap, Servet-i fünun, Rebab, Dergâh, Yeni
mecmua ve Yeni Türk'tür. 1909 da Fecr-i âti topluluğuna katıldı. Ancak,
grupla bağı bu topluluğun yayın organı durumundaki Servet-i fünun
mecmuasına şiir vermekle kaldı. Grubun toplantılarından yalnız birine
katıldı. Şahsiyet olarak da bu topluluğun dışında olan A. Haşim,
ömrünün sonuna kadar da hiç bir akım içinde yer almadı, kendine has bir
şiir ve nesir anlayışıyla kendine has bir şahsiyet olarak kaldı.
Ahmed Haşim'in olgunluk devresini teşkil eden şiirlerde, Abdülhak
Hâmid'le beraber, bâzı Servet-i fünun şairlerine tesir eden Şeyh
Galib'in duygu ve hayâl gücü hissedilir. Gül-bülbül, Leylâ-Mecnun gibi
motifler, mum alevinde yanan pervaneler, alevden kadeh ve şarap, hayâl
havuzları... Galib'i hatırlatan veya düşündüren imajlardır.
Ahmed Haşim'in, başta Şiir-i kamer'leri olmak üzere birçok şiirlerinde,
Bağdad'da geçen çocukluğuna ait hatıraları bulmak mümkündür. Bazen
platonik bir aşk olarak da görünen derin bir anne sevgisi, güneşten
kaçıp çöle hayat veren geceye sığınma, hastalık ve ölüm gibi motifler
çocukluğundan getirdiği, bazan açık, bazan şuur-altında gizlenmiş
hatıraların izlerini taşır. Haşim'in sosyal tarafı bulunmayan şairliği
de fıtraten içe-kapanıklığı, çirkinlik ve yabancılık kompleksleriyle
izah edilmelidir. Ancak, onun şiirinin asıl kaynağını Fransız
sembolizminde aramak lâzımdır. Sembolist şiirle ilk defa,
Galatasaray'da iken, Fransızca bir şiir antolojisinde karşı karşıya
gelir. Haşim'in, bilhassa Belçikalı şair Emil Verhaeren hakkında
Mussavver muhit mecmuasında neşredilen (1908) bir makalesi, onun
sembolistlere ne kadar çok yaklaşmış olduğunu göstermektedir. Aynı
mecmuada daha sonra Henri de Regnier'yi, 1927 yılında da Hayat
mecmuasında Mallarmé'yi tanıtan birer makalesi çıkar.
1921 de Dergâh'da çıkan "Bir günün sonunda arzu" isimli şiirinin fazla
müphem bulunarak tenkit edilmesi üzerine, edebiyatımızda şiire dâir en
güzel yazılardan biri olan Şiirde mâna ve vuzuh başlıklı makalesini
yazar. Bu yazı daha sonra Piyale kitabının başına "Şiir hakkında bazı
mülâhazalar" adıyla basılmıştır. Hâşim bu makalesinde, şiirde mâna ve
açıklık aranmayacağı, şiirin tasvirî, öğretici veya belâgatçi değil,
resullerin sözleri gibi çeşitli yorumlara müsait, sözden çok mûsikiye
yakın bir ifade olması gerektiği üzerinde durur.
Bütün hayatı boyunca 80 kadar şiir yazıp yayınlamış olan Ahmed Haşim bu
yazısında ortaya koyduğu tarife, şiirlerinde yaklaşabilmiş midir?
Gerçekten de onun birçok şiirleri çeşitli tefsirlere açık kalmıştır.
Umumî hatlariyle bu şiirler psiko-analitik yorumlara muhtaç renkler,
müzikalite, derin bir melankoli ve müphemiyet, uzak ve meçhul diyarlar
hasreti arzeder. Konturları gölgelenmiş, karartılmış ve silinmiş birer
tablo gibidir. Onlarda gerçek değil, sadece intiba verilmek
istenmiştir. Buna göre Hâşim'in şiiri sembolistlere olduğundan daha
fazla belki empresyonistlere yaklaşmış olmalıdır. Ahmed Haşim'in nesri,
şiirinden çok farklı bir karakter gösterir. Şiirindeki müphemiyete,
vuzuhsuzluğa, aşırı santimantalizme mukabil, nesirde açık, berrak,
nisbeten sade ve bazan nüktedan, hattâ müstehzi bir ifâdesi ve üslûbu
vardır. Onun bu tavrı da gerçekte, "Şiir hakkında bazı mülâhazalar"
makalesinde nesirden beklediği vasıflara uygun bulunmaktadır. Gerek
fıkraları ve edebî tenkitleri (Bize göre ve Gurabâhâhe-i lâklâkan)
gerekse seyahat anektodları (Frankfurt seyahatnamesi) kendi nevilerinde
muvaffak olmuş ve beğenilmiş nesir yazılarıdır